Artık sorunlarımız büyüklüğü oranında umursamaz olabiliyoruz. İklim değişikliği, kuraklık tehlikesi, gezegendeki canlılığın geri gelmeyecek belki yavaş yavaş ama büyük bir kararlılıkla yok olması, dünyanın başka coğrafyalarında sayısız insanın açlıktan ölmesi… Hiçbiri umurumuzda değil. Günün sonunda yeterince satın almışsak ve tüketmişsek mutluyuz. Bu ‘yeni normal’e isyan eden, elini ateşin içine sokanlar da var. Tarım, beslenme, insan davranışları konusundaki bilgilerini yazılara, kitaplara döken, televizyon programları yapan yazar Mine Ataman, bunlardan biri.
Mine Ataman’ın ‘1. Açlık Savaşı’ kitabı Elma Yayınevi tarafından yayımlandı.
Ataman ile ‘1. Açlık Savaşı’nı ve bu sorunları konuştuk…
Çevre, tarım, üretim-tüketim, insan ve kitle davranışları gibi konularda ciddi çalışmalarınız var. Bu konulara ilginiz nasıl başladı?
Bilimin ürettiği bilgiyi kullanılabilmesi için herkesin anlayacağı dilde paylaşıyorum. Ben bir aracıyım. Amacım bilimin bireyler tarafından kullanılarak kültüre dönüştürülmesi ve bilim temelli bir dünya yaratmak. Bu anlamda doğanın genel işleyişi binlerce farklı bilimsel bilginin de kaynağı ve ilhamı. Çocukluğumdan beri bu merak beni bilimle buluşturdu.
‘POPÜLER BİLGİ DAHA CAZİP’
Türkiye’deki akademik çevreler, özellikle ‘1. Açlık Savaşları’nda işaret ettiğiniz sorunlara karşı yeterince duyarlı mı?
Aslına bakarsanız son yıllarda en çok dikkatimi çeken konu özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde varolan “aydın cehaleti”. Üretilen bilimsel bilgiden çok sosyal medyanım hurafe bilgileriyle ilgileniyoruz. Bizi beslemesi, muhtemel aydınlığı yaratması lazım gelen aydınların bizatihi kendisi elbette hepsi değil popüler bilginin peşine takılmış durumdalar. Bunu ben söylemiyorum. Türkiye’nin üniversitelerinde akademisyenlerin yayınladığı makaleler, ne kadar atıfta bulunulduğu, saygın bilim dergilerinde ne kadar makalemizin çıktığı aşikar. Cemil Meriç’in “aydın geleceğin fikir işçisidir” sözü benim baş ucumda iç sesim. Sıkça duyduğumuz “Ben böyleyim, beni böyle sevin” cümleleri aslında dönüşümün önündeki temel engel. Sanırım 100 yıl önce konulan “muasır medeniyet gayesi” yanlış anlaşıldı.
‘KÖTÜ HABER UMRUMUZDA DEĞİL’
Ülkeyi yönetenler yaklaşan kasırganın farkında mı?
Mutlaka farkında olanlar vardır. Zira temel düzeyde toplum vasata kurban gidiyor. Çeşitli mecralardaki ilgi alanlarımız, toplumsal olaylara bakış açımız, olana bitene tepki ve tepkisizliğimiz. Rasyonellikten uzaklaşan toplum uzun vadede gelecekten kopuyor. Kötü haber umurumuzda değil, gayet mutluyuz.
KURUMSAL ‘YEŞİL YIKAMALAR’
Diyelim ki ülkeler fikir birliğine vardı. Böylesine devasa sorunların için biraz geç kalınmadı mı?
Küresel kuraklık gibi iklim değişikliğinin pek çok sonucu kısmen değiştirilebilir, iyileştirilebilir ve onarılabilir. Yeter ki yeşil yıkama yapılmasın gerçekçi adımlar atılsın. İklimle sağlıklı mücadele sadece kamu ile olabilecek bir süreç değil. Bireylerin de ilgili politika ve yasalara destek vermesi bireysel davranış değişikliklerine gitmesi gerekiyor. Kurumsal yeşil yıkamaların yanında bireysel “mış gibiler de” süreci hem yavaşlatıyor hem de kuraklık gibi çeşitli olumsuz durumlara kanıksanmasına neden olurken eylemsizliğe yol açıyor.
‘SAVAŞ SUÇU KADAR YIKICI’
‘1. Açlık Savaşı’nın önündeki ‘birinci’ sıfatının içerdiği anlam nedir?
Öncelikle bir uyarı. Dahası, insan türünün 1950’li yıllar itibariyle artık aklıyla gezegenin kendi kendine verdiği zarardan daha fazlasını gezegene verebileceği ortaya çıkmasıyla savaşın her an çıkabilmesi ihtimaline bir gönderme içeriyor. Türümüz isterse gezegeni yok edebilir. Atom bombası bir milattı. Tarım devriminin üzerinden 10 bin yıl geçmesine rağmen türümüz hala karın doyurma derdinde. Bir lokma için Afrika’nın pek çok ülkesinde iç savaş, çatışma çıkıyor. Rusya isterse milyonlarca kişiyi tek bir kalemde açlığa mahkum edebilir. Daha da kötüsü onlar bilinen kötüler. Ya aramızda iyi geçinenler, yanı başımızdaki nur yüzlüler; çok yiyenler, lüks içinde yaşayanlar her biri aslında yaşam izlerinin büyüklüğüyle savaşa davetiye çıkarıyorlar. Tüm bunları görmemek, yok saymak savaş suçu kadar yıkıcı. Temelde belki de farkındalık bilincimiz gelişse olacakların ciddiyetini anlar davranış değişikliği yapabiliriz. Zira savaş çıktı, birincisi zihinlerde. En yıkıcısı fikri kuraklığı başlattığı açlık savaşı.
Bu uyarılara kulak vermesi ve çözüm üretmesi gereken gençlerin ilk tepkisi alabildiğine kötümserlik. Onların farkındalık sahibi olmaları için neler yapılabilir?
Öncelikle çocukları konfor alanımıza dahil ettik ve dertlerimizden uzak tuttuk. Onlara hayatı altın tepsiyle sunarken gezegeni de “emrinize amade” diyerek kullanımlarına açtık. Parası ve gücü ölçüsünde gezegeni hor kullanmak serbestmiş gibi gösterdik. Öncelikle bizim gezegenin sahibi olmadığımızı anlayıp davranış değişikliği yaptığımızı göstermemiz gerekiyor. Koşulsuz yaşam ve mutluluk hakkıyla örülü bir baht planlaması yaparken “Tüh yaa! Gezegen bütün bu hayalleri kaldırmaya uygun değilmiş” demek oldukça yıpratıcı.
Yine de bir şeyler yapılabiliyor olmalı…
Kesinlikle! Önce biz yaptıklarımızla ilgili ihmalimizi, suçumuzu kabul edip değiştiğimizi gösterirsek gençler, çocuklar hızlıca sürece adapte olacaklar. Zira onlar şu anda yaşadıklarıyla zaten geleceğin ne kadar zor/korkutucu/eşit olmadığını görüyor ve yaşıyorlar. Ne zaman büyükler özür diler ve değişmeye başlarsa çocuklar eminim enerji ve motivasyonlarıyla sürecin taşıyıcısı olacaklardır. Çocuklar “Sen her şeyi hak ediyorsun, yapabilirsin, bu senin hakkın” gibi söylemlerle kendini uygarlığın kral ve kraliçeleri ilan ediyor. Sonra da onlara çıkıp daha az ye, daha az gez, eşyalarını paylaş demek oldukça zorlayıcı değil mi?
Küresel ısınmanın kandırmaca olduğunu ve doğanın kendini yenileyebileğini savunanlar var. Bu ve benzeri yaklaşımlar tehlikeli değil mi?
Öncelikle bunlara karşı herkes sorumluluk almalı. İklim inkarcıları her yerde, bazı siyasiler açık açık iklim değişikliğinin kapitalist sistemin ve büyük devletlerin bir kandırmacası olduğunu söylüyor. Onlar mevzunun açık inkarcıları. Bir de kendini saklayanlar var. Yeşil yıkayanlar. Onlar kirletip, harcayıp, yakıp yıkıp üzülüyormuş numarası yapıyor. Yıl boyu hunharca alışveriş yapıp dünya çevre gününde climatechange hasthag’i ile göz doldurmaya çalışıyor. Toplumda iklim değişikliği konularıyla ilgilenenlerin birçoğu sırf popüler bir alan diye. İklim değişikliği, karbon nötr bir hayatla ilgili hiçbir şey yapmadan sadece iklim konferanslarına giderek ‘mış’ gibi yapıyor. En büyük tehdit aslında onlar.
‘GERÇEK SINAV ŞİMDİ BAŞLIYOR’
Dünya artık sürekli ve sınırsız kâra odaklanmış vahşi kapitalizmin etkisinde. Belki de öncelikli mücadele onunla olmalı…
Kapitalizmden çok metaya tapanlarla mücadele etmek daha akıllıca geliyor. Reklamlar daha çok yememiz, içmemiz, giymemiz için bizi manipüle etmeye çalışabilir. Ama bizim aklımız var, bizi diğer canlılardan ayıran muhakeme yeteneğimiz var neden onu kullanmıyoruz? Bu bakımdan ben çağımızın bireysel aydınlanma çağı olması gerektiğini düşünüyorum. İnsan aklının ve ruhunun doğru ve yanlışı ayırt edebilecek kadar geliştiğini düşünüyorum. Gerçek insanlık sınavı şimdi başlıyor. Travmalarımızı, yaralarımızı gezegeni hunharca kullanarak elde edilmiş maddi hazlarla onarmak sizce de ilkel değil mi?
Alternatif beslenme olasılıklarından söz ediyorsunuz…
‘Zorunda kalırsak’ ibaresini ‘Zorunlu kaldık’ olarak değiştirmeliyiz. Afrika’da milyonlarca çocuk günlerce aç kalıyor, Afganistan’da milyonlarcası bir yıldır temiz gıdaya ulaşamıyor. Biz gözlerimizi kapattığımızda gerçekler yok olmuyor. Yanımızda olmayınca dünyada her 10 saniyede bir çocuğun açlıktan öldüğünü işitmek nasıl olur da canımızı acıtmaz. Uygar insan bu kadar modern zamanlarda nasıl olur da türünü açlıkla terbiye edebilir ya da sesini çıkarmaz. En acısı belki de bu.
Kitabınızın açık, sade ve anlaşılır dili bilinçli bir tercih miydi?
Elbette. Amacım bu zaten. Bilimi anlaşılır kılmak, bilimin ürettiği kıymetli bilgiyi kullanıcılara eğlenceli şekilde aktarabilmek.
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)